15 Mart 2020 Pazar

Bitkisel Bir Söyleşi / 16. Bölüm

Foto: Hillebrand Steve, U.S. Fish and Wildlife Service.
Geçen yazıda çöl bitkilerinden bahsetmiştik. Bu yazıda ise tam tersi özellikler gösteren bir biyomdan, sulak arazi ve bataklık biyomunun ilginç bitkilerinden bahsedelim istiyorum. Bataklıklar, genellikle yer altı sularının çok yüksek olduğu ya da yüzeye çıktığı, alçak, nemli ve kuytu çukurluklarda oluşuyor. Fakat deniz, nehir veya göl kıyılarında ya da yüksek platolarda dahi bataklıklara rastlanabiliyor. Bitkisel yaşam açısından bakıldığında, bataklıklar çoğu zaman odunsu bitkiler olan ağaçlara kıyasla otsu bitkilerin daha fazla yer kapladığı alanlardır. Bataklıklarda yaşayan bitkilere ise "hidrofit" adı veriliyor. Bataklıklar, bulundukları yere ve beslendikleri su kaynaklarına göre (nehir, göl, deniz, yağmur, sel, gelgit, kaynak suları vb.), tatlı, asidik ya da tuzlu su bataklığı olarak adlandırılıyorlar. Şu ana dek birçok farklı bataklık türünü görme şansına sahip biri olarak en ilginç bulduklarımın başında “longoz” ya da “subasar ormanı” adı verilen bataklıkların geldiğini söyleyebilirim. Ben ülkemizde sadece dört tane kalan longozlardan Sakarya Karasu’daki Acarlar longozunu görmüştüm, yanı sıra Kırklareli’ndeki İğneada longozu, Sinop’taki Sarıkum longozu ve Bursa’daki Karacabey longozu barındırdıkları endemik canlı ve bitki çeşitliliği nedeniyle görülmeye değer ve korunması gereken diğer longozlar. Ülkemizde sadece Karadeniz ve Marmara Bölgesi’nde görülen longozları diğer bataklık türlerinden ayıran nitelikleri: hem odunsu hem de otsu bitkileri bir arada barındırmaları (yani bir zengin bitki çeşitliliğine sahip olmaları) ve suyun zaman zaman tamamen toprak altına çekilerek sulak arazi niteliğini geçici olarak yitirmeleridir. 
Sakarya Karasu’daki Acarlar longozu.
Foto: Bahattin Arıcı, 500px.com/bahattinarici

Bataklıklar birçok canlıya ev sahipliği yapmaları, su ve besin kaynağı olmalarının yanı sıra yarı geçirgen özelliklerinden dolayı içlerinden geçen suyu tıpkı bir filtre gibi arıtma özelliğine de sahip olan alanlardır. Bataklık suları çoğu zaman oksijeni az, kötü kokulu ve genellikle asidik olduklarından insanlar tarafından kullanılamaz fakat su bu arazilerden süzülerek bir sonraki su havzasına ulaşırken kirlilik ve tortularından arınmış olur. Diğer yandan yağmur sularının birikimi ve yavaş salınımı sayesinde bataklıklar, fırtınalar yüzünden oluşabilecek ani su baskınlarına da engel olurlar. Tüm bu faydalarına rağmen sıtma hastalığı, sarı humma, Dang humması, Batı Nil virüsü ve Zika gibi sivrisinekler aracılığıyla yayılan hastalıkların kaynağı olarak görülmeleri, etrafa kötü koku yaymaları ve kurutulduklarında verimli tarım arazilerine dönüştürülebilmeleri nedeniyle birçok bataklık kurutularak yok ediliyor. Kurutulan bataklıkların verimli tarım arazilerine dönüşmelerinin başlıca nedeni, bataklıklarda yaşayan otsu bitkilerin yaşam döngülerinin kısa oluşu ve hızla çürüyerek değerli turba toprağına dönüşmeleridir. Aynı zamanda bataklıkları besleyen akarsuların taşıdığı kimyasal açıdan zengin içerikli alüvyonlar da buralarda birikir. Şehirleşme ve beraberinde getirdiği ormanlık alanların imara açılması nedeniyle beslendikleri su kaynaklarından da koparılan bataklıklar, günümüzde hızla tükenen yeryüzü tatlı su rezervinin da yaklaşık yüzde 10’unu içlerinde barındırıyor. 
Foto: Janet Becker, U.S. Fish and Wildlife Service.

Bataklıklarda yaşayan bir bitki olsaydınız, sizin için en temel sorun, oksijen miktarı düşük ve asiditesi yüksek çamurlu suyun yüzeyinde kalarak fotosentez yaparken toprakla da bağlarınızı koparmadan yaşayabilmek olurdu. Bu nedenle bataklık bitkilerinin çoğu havayı yapraklarından alıp köklerine doğru taşıyarak su yüzeyinde kalabilen, çoğunlukla rizomlu bitkilerden oluşuyor. Bitkiler kökleriyle dipteki çamura tutunarak suyun akışını yavaşlatıyor ve kıyı erozyonuna engel oluyor, aynı zamanda da göçmen kuşlar, yüzergezerler (hem karada hem de suda yaşayabilen kurbağa, kaplumbağa, semender vb. canlılar), balıklar ve suda yaşayan memeliler gibi birçok canlının yaprakları ve kökleri arasında barınmalarına da olanak sağlıyorlar. Bataklıkların yok edilmesinin en çarpıcı sonucu kuşkusuz bu canlıların popülasyonlarının ve bulundukları çevreye sundukları biyolojik zenginliğin ortadan kalkmasıdır. Bu durumun ülkemizdeki en son ve en vahim örneği, Trabzon’da deniz seviyesinden 2 bin metre yüksekte bulunan, yaklaşık 10 bin yıldır var olduğu söylenen ve sit alanı olan Ağaçbaşı yaylası turba bataklığının 2019 yılı Kasım ayında yakılması sonucu benzersiz bir ekolojik hazinenin ve endemik bitki örtüsünün büyük ölçüde zarar görmüş olmasıdır. Yine geçtiğimiz yıl aynı zamanlarda Gümüşhane’de bulunan 12 bin yıllık Dipsiz Göl de içinde hazine bulunduğu gerekçesiyle yok edilmişti. Ne yazık ki hazine arayanların farkında olmadan yok ettikleri şey hazinenin ta kendisiydi. 12 bin yıl boyunca değişmeden kalan, son buzul çağının izlerini taşıyan gölün suyu tahliye edilip dibine kadar kurutulduktan sonra kepçelerle kazılmıştı. Dipsiz Göl tekrar suyla doldurarak sözüm ona “restore edildi” ama bulunduğu coğrafyanın ekolojik tarihine ışık tutacak tüm verileri geri dönüşümü olmayacak şekilde kaybedildi. Bu durumu bu değerleri yok eden insanlara nasıl anlatabiliriz ki?...
Ağaçbaşı yaylası turba bataklığının yakılmadan önceki hali.
Ağaçbaşı yaylası turba bataklığının yakıldıktan sonraki hali.
Sulak alan bitkilerinden bana göre en ilgi çekici ve en yaygın görülenleri ele almaya çalışacağım şimdi... Bahsedeceğim ilk bataklık bitkisi olan Kunduz Otu (Limonium) dünyanın birçok bölgesinde yetişen, 150’ye yakın çeşidi bulunan çok yıllık ve rizomlu bir otsu bitki. Tuzlu ve alkali topraklara dayanıklı olan (halofit) bitki doğal ortamında deniz kıyılarına yakın, tuzlu su bataklıklarında görülüyor. Genellikle pembe ve mor olan çiçekleri bulunan Kunduz Otu, nadiren beyaz ve sarı tonlarda da görülebiliyor. Kunduz Otu’nun önemli bir özelliği ise, kurutularak süs bitkisi olarak da kullanılabilmesi ve bu nedenle bahçecilikte sevilen bir bitki olması. Bitkinin güzel çiçeklerini Temmuz’dan Ekim’e kadar görebilmek mümkün. Arıların da çok sevdiği bu bitkiye denizin tuzlu rüzgarlarından etkilenen yazlık bahçelerde de yer veriliyor... 
Kunduz Otu (Limonium)
Foto: Hank Wallays, flickr.com/photos/unovidual/, Halka Açık

Tuzlu su bataklıklarında ve deniz kıyılarında yaygın rastlanan bir diğer ilginç bitki ise salatasını pek sevdiğim Deniz börülcesi (Salicornia). Dünyada sadece Güney Amerika ve Avustralya’da görülemeyen bitkinin özellikle Salicornia europaea türü, pişmiş ya da çiğ olarak yenebiliyor fakat sindirimi mümkün olmayan odunsu iç kısmını mutlaka çıkarmanız gerekiyor. Bitkiden ayrıca yüksek tansiyon, obezite ve karaciğer yağlanmasına karşı bitkisel bir tuz da elde ediliyor. Öte yandan Deniz Börülcesi’nden, endüstriyel üretimle biyodizel de elde edilmeye de çalışılıyor. Bitkinin önemli bir başka özelliği ise yetiştirildiği toprağı yüksek miktarda bulunan zehirli selenyum tuzlarından arındırabilmesi. Kimi bitkiler başka canlılar tarafından yenmemek için bünyelerinde selenyum depolayabiliyor. Ama korkmayın, Deniz Börülcesi topraktan aldığı selenyumu rüzgarlarla buharlaştırarak atmosfere salıyor. 
Deniz börülcesi (Salicornia)
Foto: Vernon Smith, bnhm.berkeley.edu/ CC BY-NC-ND 3.0

Sırada bataklıklarda yetişen tartışmasız en güzel çiçek olan Kokulu Nilüfer (Nymphaea odorata) var. Latince adını Yunan ve Latin mitolojisinin ırmak ve göllerinde yaşayan sihirli yaratıkları “su perileri”nden (nympha) alan nilüferlere ırmaklarda pek rastlanmaz çünkü akıntılı ve derin sularda büyüyemezler. Nilüferlerin yaprakları ve çiçekleri su üzerinde yüzerken, gövdeleri su altındaki toprağa ulaşır. Nilüferin beyaz, pembe, mavi ve sarı tonlarındaki çiçekleri dönemsel olarak erkek ve dişi cinsiyeti taşırlar ve böcekler tarafından tozlaştırılırlar. Nilüferler su yüzeyini kaplayarak güneş ışınlarının içeri girmesine engel olarak yosun oluşumunu da azaltırlar. Yanı sıra suda yaşayan canlılar için de birer sığınak vazifesi görürler. Kokulu Nilüfer, geceleri çiçeklerini kapatarak gündüz olduğunda yeniden açan hoş kokulu nilüferlerdendir (kokusuz olan türleri daha yaygındır). Tohumları, yaprakları, çiçekleri ve rizomları tüketilebilir. 
Kokulu Nilüfer (Nymphaea odorata)
Foto: Tom Nicholls, bangmuin.xyz/images-for-water-lilies/, Halka Açık

Benim yaklaşık bir yıl kadar su dolu, büyük ve derince bir kovada yetiştirmeyi başardığım fakat ne yazık ki yaprak bitlerinin istilasına yenik düşen Su Sümbülü (Eichhornia crassipes) de bataklığın güzel çiçeklerinden biridir. Su sümbülü genellikle yavaş akan su ve bataklıklarda su üstünde kalabilen (yüzücü), mum alevine benzeyen eflatun çiçekler açan bir tür. Su sümbüllerini “Görünmeyen Doğa” (Invisible Nature) adlı belgeselde izlediğimde çok şaşırmıştım. NASA Stennis Uzay Merkezi, 1974 yılından bu yana su sümbüllerini ortalama 6 bin kişilik tesisin atık sularını arıtmak için kullanıyor. Tesisin atık sularının toplandığı 1,2 hektarlık lagünde yaşayan su sümbüllerinin kökleri hiç de uzun değil çünkü atık suda bolca buldukları besleyici maddelere erişmeleri için illa ki toprağa ulaşmaya gerek duymuyorlar. Su sümbüllerini en son Antakya seyahatimde Asi nehrinde tembel tembel yüzerken izlemiştim yüksek bir köprüden. 
Su Sümbülü (Eichhornia crassipes)
Foto: Wouter Hagens, commons.wikimedia.org/wiki/User:Wouterhagens

Bataklıklar aynı zamanda barındırdıkları böcek popülasyonuna bağlı olarak kimi hayret verici bitkilerin de burada yaşamasına imkan tanıyor. Suları asidik olan bataklıklarda yaygın görülen etçil bitkilerden biri olan Güneş Gülü (Drosera) 194 çeşidiyle en yaygın görülen etçil bitkilerin başında geliyor, öyle ki yeryüzünde sadece Antarktika kıtasında görülmüyor. Güneş Gülü yapraklarını kaplayan ve çiy tanelerine benzeyen yapışkan bir salgıyla böcekleri kendine çekerek yakaladıktan sonra sindiriyor. Güneş Gülleri, genellikle bataklığın bol güneş alan nemli kıyılarında çamura tutunarak yaşamlarını sürdürseler de yağmur ormanı, çöl ya da fazla ışık almayan orman altlarındaki yosun tabakasının üzerinde yaşayan türleri de bulunuyor. Süs bitkisi olarak yetiştirmenin en zor olduğu etçil bitki türü olarak tanınıyor. 
Güneş Gülü (Drosera)
Bataklıklarda yaşamayı seven bir diğer etçil bitki ise benim de bir süre evimde konuk ettiğim İbrik Otu (Sarracenia purpurea). Güneş Gülü’nün aksine etçil bitkiler arasında bakımı en kolay tür olduğu söyleniyor. İbrik Otu salgıladığı nektar, yapraklarının rengi ve kokusu ile böcekleri kendilerine çekiyor ve uzun tüp şeklindeki yaprakları içinde bulunan su, enzim ve bakteriler yardımıyla onları sindiriyor. Bu bitkinin en önemli özelliği besin içeriği zayıf olan, asitli ve nemli ortamlarda, bataklık alanlarda, yağmur suyuyla ıslanan ya da eriyen karların yıkadığı sürekli nemli kalan çayırlarda yaşayabilmesi, yani saksı toprağında yetişmiyor. Bitkiyle ilgili ikinci en önemli özellik ise sadece saf su verilebilmesi. Bu bitkiye ilgi duyanlar daha ayrıntılı bilgi için Bitki Günlüğüm’deki İbrik Otu sayfasını ziyaret edebilirler.
İbrik Otu (Sarracenia purpurea)
Foto: Jeremiah Harris, carnivorousplantresource.com
Sürekli nemli kalan toprakları seven bir başka ilginç ve güzel çiçek ise Süsen ya da İris bitkisidir. Süsengillerle doğada yürürken de karşılaşabilirsiniz. Ben de süsenlere bahar gelir gelmez kayalık yamaçlarda rastlıyorum yürürken. Sarı ve mor renklerdeki kısa boylu bu süsenler (Iris suaveolens olduklarını düşünüyorum), minik müşkülüm çiçekleriyle (Muscari bourgaei) beraber kayalıkları süslüyor. Doğada bulunan süsenler yarı kurak iklimlerde, dağ çayırlarında, kayalık yamaçlarda, bataklık ve nehir kıyılarında yetişiyor.  Bu bitkinin en gösterişli örneklerinden biri olan Mor Süsen ya da Yanardöner Süsen (Iris versicolor), çok yıllık rizomlu otsu bir bitkidir. Süsen türleri arasında soğanlı olanları da bulunuyor. Mayıs ile Temmuz ayları arasında çiçeklerini sergileyen bitkinin zarif çiçekleri mor, eflatun ya da koyu mavi olabiliyor. Yanardöner Süsen’in rizom ve öz suyunun zehirli olduğu biliniyor, kendisine nerede rastlarsınız bilmiyorum ama bunu da doğadan çiçek toplamayı sevenler için belirtmiş olayım. 
Yanardöner Süsen (Iris versicolor)
Foto: Bob Gibbons, pixels.com/profiles/science-photo-library
Su Kamışı olarak da bildiğimiz Geniş Yapraklı Hasırotu (Typha angustifolia) sulak arazilerde görmeye en fazla alıştığımız bitkiler sıralamasında ilk sıralarda yer alıyor. Kuzey yarımkürenin neredeyse tüm göl ve bataklıklarını çevreleyen bu bitkinin en belirgin özelliği uzun boyu ve şişe geçirilmiş sosisleri andıran kahverengi çiçekleridir. Geniş Yapraklı Hasır Otu’na sığ ve durgun su kıyılarında bolca rastlayabilirsiniz. İnce ve dar yapraklara sahip olan Typha latifolia ise daha derin sularda yaşayabilen bir akrabasıdır. Hasır otlarının önemli bir özelliği ise kökünden yaprağına kadar yenebilen otlar olmalarıdır... 
Geniş Yapraklı Hasırotu (Typha angustifolia)
Odunsu bitkilerin bataklıklarda pek fazla bulunmadığını yazının başında belirtmiştim. Fakat tabi ki su kıyılarında ve hatta suyun içinde yaşayabilen ağaç ve çalı türleri de mevcut. Bunların başında hepimizin bildiği Söğüt (Salix) ve özellikle bataklıkları kurutmak için dikilen Okaliptus (Eucalyptus) türleri geliyor. Fakat servigillerden (Cupressaceae) kışın yaprak döken bir kozalaklı türü olan Bataklık servisi (Taxodium distichum) hepsinden daha ilginç bir bataklık ağacı. Ağacın en ilginç özelliği suyun dışına ve yukarı doğru uzattığı kökleridir diyebilirim. Bunların bitkinin su altında kalan köklerine oksijen ulaştırmaya yarayan hava kökleri olduğu zannedilirken yapılan güncel bilimsel araştırmalar bunların ağacın devrilmesini önlemek üzere oluştuğunu saptamış. Kökleri suya doğru kalınlaşarak konik bir şekil alan Bataklık Servisi boyu 40 metreyi aşabilen oldukça büyük bir ağaç. İstanbul’da yaşayanlar onu tıpkı benim de yaptığım gibi Atatürk Arboretumu’ndaki kuğulu gölün kıyısında görebilirler.
Bataklık servisi (Taxodium distichum)
Foto: Miguel.v, en.wikipedia.org/wiki/User:Miguel.v

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder