Bu yazımda size çoğumuzun yabancısı olduğu bir coğrafya olan çölleri ve onların birbirinden ilginç bitkilerini sizlere tanıtmak istiyorum. Aslında çöller hayvan ve bitki yaşamına elverişli olmayan, neredeyse hiç yağış almayan, gündüz ve gece arası aşırı ısı farklarının görüldüğü yerler. Fakat buralarda bile yaşama tutunabilen canlılar, özellikle de bitkiler var. Bitkilerin bu sert koşullara uyum sağlayabilmek için yeşil yapraklarından vazgeçerek su tutabilen etli yapraklara, dikenlere veya tüylere sahip olmak üzere evrimleştiklerini görebiliriz.
Afrika kıtasındaki Sahara Çölü'nde bulunan ve kayalardan oluşan bir labirenti andıran Ennedi Platosu. |
Çöl dendiğinde gözlerinizin önüne öncelikle bulutsuz bir gökyüzünde yakıcı bir güneş ve altında kum tepelerini aşan deve kafileleri gelebilir fakat dünya üzerinde sıcak ve kumul çöller olduğu gibi soğuk veya kar kaplı kutup çölleri de bulunuyor. Üstelik kumul çöller dünyadaki çöllerin sadece 5’te 1’ini oluşturuyor. Dünyadaki karaların ise neredeyse 3’te 1’ini oluşturan çöllerin en büyüğünün, 9 milyon kilometrekarelik yüz ölçümüyle Sahra Çölü olduğu bilinir. Oysa soğuk çöller olan Güney Kutup ve Kuzey Kutup Çölleri toplamda yaklaşık Sahra’nın 3 katı büyüklüğünde bir alanı kaplıyorlar. Fakat biz bu yazıda kutup çöllerinden değil sıcak ve soğuk çöllerde yaşayan ilginç bitkilerden bahsedeceğiz... Ülkemizde de çöl özelliklerini gösteren, Konya’nın güneydoğusundaki Karapınar ilçesinde bulunan, hatta içinde krater göllerinin de olduğu sadece tek bir yer var: Karapınar Çölü.
Konya'daki Karapınar Çölü Türkiye'de çöl özellikleri taşıyan bildiğimiz tek yer. |
Eğer sıcak çöllerden birinde yaşayan bir bitki olsaydınız kendinizi öncelikle üç şeyden korumanız gerekirdi: bünyenizdeki suyu kaybetmek, yiyecek bulamayan canlılara yem olmak ve neslinizi sürdürebilmek. Çöl bitkilerinin büyük bir kısmı fotosentez yaparken kullandıkları karbondioksiti, stomalarını (eğer varsa yapraklarının yüzeyindeki minik delikleri) sadece güneş çekildikten sonra açarak alırlar. Böylece gündüz buharlaşma yoluyla bünyelerindeki suyu kaybetmemiş olurlar. Çöllerin “hayatta kalma” ustaları olan kaktüsler, suyu bünyelerinde bazen aylarca, bazen de birkaç yıldan da uzun bir süre boyunca tutabilen bitkilerdir. Kaktüsler genellikle köklerini yüzeye yakın tutarak nadiren görülen yağışlarda suya hızlıca erişebilmeyi amaçlar, öte yandan toprağın derinliklerindeki suya erişebilecek kadar uzun köklere sahip çöl bitkileri de bulunur. Çöl bitkilerinde görülen irili ufaklı dikenler ve zehirli öz suları ise bitkileri aç hayvanlara yem olmaktan korur.
Afrika kıtasının Atlantik Okyanusu kıyısına kadar uzanan Namibya Çölü. Foto: Robert Harding World Imagery, NZ, bingwallpaper.anerg.com |
Toprağın kuraklık ve buharlaşma ile kaybettiği su nedeniyle giderek daha tuzlu hale gelmesi de bitkiler açısından önemli bir dezavantajdır. Özellikle soğuk çöllerde toprak çok daha tuzludur ve buralarda daha önceki bir yazıda anlattığım likenlere bolca rastlanabilir. Fakat çöl bitkilerinden bazıları bünyelerindeki tuzu dışarı atacak mekanizmalar da geliştirmişlerdir. Sukkulent olarak bildiğimiz bitkilerde bu özelliği gözlemleyebiliriz. Sukkulentler suyu da etli yaprakları, gövdeleri ya da yumruları içinde jel formunda hapsederler. Çöl bitkilerinin ürettikleri tohumlar da diğer bitkilere kıyasla çok daha dayanıklıdır. Tek yıllık bitkiler normalden daha hızlı olgunlaşarak tohumlarını daha kısa sürede oluştururken, çok yıllık bitkiler ise bir sonraki yağış dönemini sabırla bekleyen tohumlar üretirler. Öte yandan bu bitkiler tohumlarını, suyun bu denli az bulunduğu bir ortamda kendileriyle rekabet etmemeleri için kendilerinden uzaklaştırmak için gerekli yöntemleri kullanırlar. Örneğin kimi tohumlar çöl rüzgarlarında uzaklara savrulduklarında, kabukları soyulmaya başladıktan sonra filizlenmeye başlarlar. Kimi tohumlar ise bazı hayvanlar tarafından yutulduktan sonra uzaklara taşınarak o hayvanın gübresi sayesinde filizlenebiliyor.
Saguaro kaktüsü (Carnegiea gigantea) Foto: Doug Kreutz, Arizona Daily Star |
Çöl bitkileri arasında en ilginç olanlarından bahsetmeye geldi sıra... İlk sırada belki de kovboy filmlerinden tanıdığınız Saguaro kaktüsü (Carnegiea gigantea) var. Arizona’nın kayalık Sonora Çölü’ne özgü boyu 15 metreye kadar uzayabilen oldukça heybetli bir kaktüs bu. Onu kollarını yukarı kaldırmış bir deve benzetebilirsiniz fakat hiç dalları olmayan örnekleri de bulunuyor. Aslında bu boyuyla ona kaktüs ağacı demek de yanlış olmaz. 200 yıl kadar yaşayabilen örnekleri bulunan bu kaktüsün en ilginç özelliği ise suyu depoladıkça gövdesinin akordeon gibi şişiyor olması. Kaktüsün 7 cm’e kadar uzayabilen iri iğneleri ise neredeyse çelik kadar sertmiş. Saguaro kaktüslerinin en önemli özelliği ise bulunduğu çevredeki hayvanların besin, barınma ve korunma gereksinimlerini karşılaması. Kaktüsün insanlar tarafından da yenebilen meyvelerini Arizona yerlileri de toplayarak tüketiyor. Fakat kaktüsün içinde topladığı su acımsı olduğundan içilebilmesi zor. Saguaro kaktüsleriyle ilgili ilginç bir bilgi ise bunlara ateş etmenin Arizona kanunlarına göre yasak olması. Buna rağmen 1982 yılında bu kaktüslerden birine ateş eden David Grundman, kaktüsün 230 kiloluk bir dalının altında kalarak ölmüş.
Beyzbol topu bitkisi (Euphorbia obesa) |
Güney Afrika’nın Karoo Çölü’nde “beyzbol topu bitkisi” olarak bilinen top gibi yusyuvarlak bir çöl bitkisi yaşıyor. Beyzbol topu bitkisi (Euphorbia obesa) Latince isminden de anlaşılacağı üzere biraz tıknaz, sukkulent türünde bir bitki yani bir kaktüs değil. Dolayısıyla üzerindeki dikenleri yok. Ona çok benzeyen Meksika kökenli bir kaktüs olan Deniz Kestanesi kaktüsü (Astrophytum asterias) ile arasındaki temel fark da bu dikenler. Bu iki tamamen farklı türün de benzer koşullarda yaşamaları yüzünden birbirlerine benzer şekilde evrimleşmiş olması bile evrimin apaçık kanıtı. Beyzbol topu bitkisi çölün kuraklığına dayanabilmek için gövdesinde su depolayabiliyor. Bitki en az 6 ve en fazla 15 cm arası bir çapa ulaşana dek büyüyebiliyor. (Ek Bilgi: Bir beyzbol topunun çapı da 7,5 cm’dir) Bitki güneş altında kaldıkça rengi yeşilden kırmızının ve morun tonlarına dönüşebiliyor. Erkek ve dişi bireyleri bulunan bitkiyi üretebilmek için her iki cinse de sahip olmanız gerekiyor fakat çok az sayıda tohum ürettiğinden çok fazla beyzbol topu bitkisi üretmeniz de zor. Oldukça yavaş büyüyen bu bitkiyi doğadan toplamak ise kesinlikle yasak.
Çakal Yemi bitkisi (Hydnora africana) Foto: Polylepis, www.flickr.com/photos/polylepis/ |
Diğer bitkilerin köklerine tutunarak besinlerine ortak olmak da çölde hayatta kalabilmek için tercih edilen bir başka yöntem olarak karşımıza çıkıyor. Güney Afrika çöllerine özgü bir diğer bitki olan Çakal Yemi bitkisi (Hydnora africana), sütleğengillere (Euphorbiaceae) ait bitkilerin köklerinden beslenen, bilim kurgu filmlerinde görebileceğiniz canavarlara benzeyen tuhaf çiçeklere sahip “parazit” bir bitki türü. Yani gün ışığıyla fotosentez yapmak için ne klorofile ne de yeşil yapraklara sahip değil. Bitki büyük ölçüde toprak altında yaşasa da üreyebilmek için yağmur sezonundan hemen sonra oluşturduğu leş kokulu turuncu çiçeklerini toprağın dışına çıkarıyor. Bitki bu kokuya çekilen böcekleri bir süre içinde hapsederek onları yeterince polenlerine buladıktan sonra serbest bırakıyor. Böylece böcekler de bir başka Çakal Yemi’nin çiçeğine polenleri taşıyor. Bitkinin tadı patatesi andıran 8 cm. çapındaki meyvesi de toprak altında yetişiyor. İşte çakallar da dahil olmak üzere kuşlar, köstebekler, kirpiler gibi birçok küçük hayvan bu meyveleri topraktan çıkarıp yiyebiliyor.
Velviçya (Welwitschia Mirabilis) |
Namibya çöllerine özgü ilginç bir çöl bitkisi olan Velviçya (Welwitschia Mirabilis) çölün zor koşullarında hayatta kalmanın ötesine geçerek bunu uzun yıllar devam ettirebilen bir bitki olarak karşımıza çıkıyor. 1500 yıl kadar yaşayabilen Velviçya çok yapraklı bir bitki gibi görünse de aslında görünler, yaşamı boyunca çıkardığı iki yaprağın sürekli olarak çatallanması ile oluşuyor. Bitkinin bu kadar uzun yaşayabilmesinin nedeni belki de gelişim hızının çok yavaş olması olabilir. Toprağın derinliklerindeki suya ulaşabilecek kadar uzun köklere sahip olan bitki böylece yağışların olmadığı bir ortamda uzun süre hayatta kalmayı başarmış. Bitkinin son derece kurak olan bu çölde genellikle yer altı su yolları üzerinde görülmesinin nedeni de budur. Velviçya ayrıca kendi bitki ailesinin bugün hayatta kalan tek örneği. Bitkinin erkek ve dişi bireyleri de bulunuyor ve dişilerin oluşturduğu kozalak benzeri yapılar bitkinin tohumlarını barındırıyor. Herhangi bir mantar hastalığı olmadığı sürece bu tohumlar türün doğadaki devamlılığını sağlıyor. Bitkinin doğadaki örnekleri Namibya’dan çok Angola’da daha iyi korunuyormuş. Nedeni ise bir hayli ilginç: çölde bulunan kara mayınlarının bitkiyi doğadan toplamayı düşünenleri uzak tutması (!)
Baobab (Adansonia) |
Çölde bir ağaç, hem de heybetli bir ağaç görmek de pekala mümkün. Baobab (Adansonia), Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ini okuyanların iyi bildiği, ilginç görünümlü bir ağaçtır. Boyu 30 metre, çapı ise 11 metreye kadar çıkabilen baobabın 9 alt türü var ama bunların üçte ikisi Madagascar’da bulunuyor. Fakat bilinen en büyük baobab ağacı, Güney Afrika’nın Limpopo eyaletinde bulunan 47 metrelik boyu ve 16 metrelik çapıyla adeta bir dev. Gövdesi tacına göre hayli iri görünen ağacın gövdesi aslında baobabın su ihtiyacını karşılayan 100 tonluk bir su deposu görevi görüyor. Ağacın meyveleri (ananas, armut ve vanilya karışımı bir tadı olduğu söyleniyor) üzerine şeker dökülerek yenebilirken, kabuğu ve yaprakları ise ateş düşürücü olarak kullanılabiliyor. Baobab kuraklığa dayanıklı ama yapraklarını kurak mevsimlerde döküyor. Baobabla ilgili ilginç bir Afrika efsanesi de var: Baobab heybetli görüntüsüyle ilahi varlıkları gücendirdiği için tanrılar onu cennetten söküp atarlar ve zavallı ağaç dünyaya tepetaklak düştüğü için böyle bir görünüme sahip olur, yani diğer ağaçların aksine baoabın kökünün gökyüzüne dönük olduğuna inanılır. Baobab yapraksız kaldığı kurak mevsimlerde gerçekten de baş aşağı duran bir ağaca benziyor. Büyüleyici güzellikte çiçeklere sahip olan Çöl gülü (Adenium) de baobabın yakın akrabasıdır.
Kızıl gezegen Mars, yakın bir gelecekte insanlığın ikinci adresi olacak. Foto: NASA, www.nasa.gov |
Çöl bitkilerinden bazı ilginç örneklerle tanıştıktan sonra şimdi de çöllerden yüzümüzü göğe, yıldızlara çevirelim. Dünya dışındaki gezegenlerin (önceliğimiz Mars) yaşama elverişli hale getirilmesi teknolojisi (terraforming) günün birinde bir bilim kurgu teması olmaktan çıkıp da gerçeklik kazandığında belki de çöl bitkilerinden öğrendiklerimiz gerçekten çok işe yarayacaktır. Hatta öncü organizmalar olarak bu gezegenlere belki de ilk yerleşecek olanlar, çöl bitkilerinin ya da çöllerde yaşayan mantar ve bakterilerin laboratuvar ortamında gen mühendisliğiyle daha da dayanıklı hale getirilmiş örnekleri olabilir. Çünkü görünen o ki gözlemleyebildiğimiz yakın gezegenlerin (katı halde olmayanların uyduları da dahil) çoğunun toprağı çöl benzeri özellikler gösteriyor. Bunun nedeni kuşkusuz buralarda toprağın oluşmasını sağlayabilecek mikroorganizmaların bulunmayışı. Şu anda kulağa bir bilim kurgu öyküsü gibi gelse bile çöllerden öğreneceğimiz ve dünya dışında işimize yarayacak çok şey olduğuna inanıyorum.