İşte yılın en süslü ve renkli ayı ilkbahar yeniden geldi. Yemyeşil kırlar yeniden birbirinden güzel çiçeklerle dolacak. Fakat Corona virüsü yüzünden eve kapanan bizler acaba bu bahar onları görebilecek miyiz?... Önceki yazılarımdan birinde söylemiştim, insanlığın sonunu mikrobiyolojik canlılar getirebilir diye, ne yazık ki bu tahminimin kadar çabuk gerçekleşeceğini hiç düşünmemiştim. Bu yazımda evde oturmaktan sıkılan sizleri kırlarda hayali bir gezintiye çıkararak sıklıkla karşılaşabileceğiniz bazı yaban çiçeklerini tanıtıp onlara dair inanışlara ve halk hikayelerine yer vereceğim. Belki de böylece onları tekrar görebildiğiniz zaman, epeydir tanıdığınız dostlarınızı görmüş gibi mutlu hissedebilirsiniz.
Güneğik ya da Beyazhindiba (Cichorium intybus) nın mavi çiçekleriyle ilgili ilginç birçok inanış var. Eskiler bu bitkinin Toprak Ana’nın mavi gözlü biricik kızı olduğuna inanmışlar. Orta Çağ’da ona “sponsa solis” (güneşin eşi) demişler. Bunun nedeni belki de Yunan mitolojisine göre bitkinin, güneş tanrısı Apollon’un yaydığı parlak günışığıyla büyülenen ve ona aşık olan bir peri olan Cynthia olduğuna inanılmasıdır. Güneğikle ilgili bir halk masalına göre, o aşık olduğu şövalyenin savaştan dönmesini bekleyen mavi gözlü bir genç kızmış. Yıllar geçip de şövalye geri dönmeyince ailesi onu başka biriyle evlendirmeye kalkmış. Kız ise “Yeniden evleneceğime sıradan bir ot olurum daha iyi” demiş ve Tanrı onu bu bitkiye dönüştürmüş. Avrupa folklorunda bu bitkinin çiçeklerinin kilitli ve gizemli kapıları açabildiğine, karanlık sırları aydınlatabildiğine inanılırmış fakat böyle bir inanışın nereden kaynaklandığı ise apayrı bir gizem. Örneğin, bir hırsızlık durumunda gece uyurken yastığının altına güneğik kökü koyan kişi rüyasında hırsızı görürmüş. Güneğik, aynı zamanda “gerçek aşkı” simgelediğinden aşk büyülerinde kullanılırmış. Yanı sıra şeytanları kovduğuna inanılan üç bitkiden biriymiş güneğik. Az sonra bu bitkilerin diğer ikisiyle de tanışacaksınız.
Karahindiba (Taraxacum officinale), arıların çok sevdiği sarı çiçekleriyle hem güneş, hem ay, hem de yıldızları simgeleyen bir bitkidir. Sarı taç yaprakları güneşi, paraşütlü tohumlarının oluşturduğu pofuduk beyaz küre ayı, uçuşup giden beyaz tohumlar ise yıldızları anımsatır. Bitkinin çiçek ve yaprakları aynı zamanda falcıların öngörü yeteneğini artıran bir çay şeklinde demlenip tüketilmekteymiş. Karahindiba umudun, yaz mevsiminin ve çocukluğun sembolü olduğu kadar kederin de sembolü olarak kabul edilirmiş. Eski insanlar karahindibanın tohum kürelerindeki tohumları üfleyerek saatin kaç olduğunu, ne kadar uzun yaşayacaklarını ya da evlendiklerinde kaç çocukları olacağını bulmaya çalışırlarmış. Eski bir Sufi masalında da karahindibaya rastlamak mümkün: Nasreddin adında genç bir adam bin bir emekle güzel bir çiçek bahçesi kurmuş kendine ama bahçesinde açan çiçeklerin arasında birçok karahindiba çiçeği de bitivermiş. Bu karahindibalardan kurtulmak için Nasreddin pek çok bahçıvana danışmış ama onların önerdiği hiçbir tavsiye işe yaramamış. Nasreddin nihayet sarayın yaşlı ve bilge bahçıvanına danışmaya karar vererek saraya varmış fakat o bahçıvan da ona zaten önceden duyduğu yöntemleri sıralamış. Yaşlı bahçıvan, bu tavsiyelerin hiçbirinin işe yaramadığını söyleyen Nasreddin’e son bir tavsiyede bulunmuş: “Sana son bir tavsiyem var: neden onları sevmeyi öğrenmiyorsun?...”
Çövenotu (Gypsophila), küçük beyaz çiçekleri uzun ömürlü ve masum bir aşkın simgesi olduğundan gelin buketlerinde sıklıkla yer verilen narin bir çiçektir. Bitkinin ingilizce adının “baby’s breath” (bebek nefesi) olmasının nedeni ise çiçeğin yeni doğum yapan annelere verilmesi geleneğinden doğmuştur. Bazı kültürlerde karşılıksız, sonsuz ve saf bir sevgiyi simgelemesi nedeniyle anneler günü resmi çiçeğidir. Çövenotu aynı zamanda doğurganlığı, bereketi ve uzun bir yaşamı da sembolize eder. Çövenotu gerçekten de kurutulduğunda bozulmadan kalabilen dekoratif kesme çiçekler arasında en yaygın bilinen ve kullanılan çiçektir. Yüksek miktarda alçıtaşı (jips) içeren ve geçirgen olmayan toprakları sevdiği için ona “jips seven” anlamına gelen Latince bir isim olan “gypsophilla” adı verilmiştir.
Süpürge çalısı (Calluna vulgaris) nın Latince adı olan “calluna”, Yunanca’da “temizlemek, süpürmek” anlamına gelen “kallyno” sözcüğünden türemiş. Gerçekten de bitkinin gövde ve dallarından çalı süpürgesi üretilirken, ince sürgünleri sepet örmek için kullanılıyor. İskoçlar, kendi ülkelerinin simgesi olarak kabul edilen beyaz çiçekli süpürge çalısının uğuruna inanıyorlar. Ayrıca yeni evlilere şans getirmesi için gelin buketlerine de süpürge çalısı ekleniyor. Hatta İskoçlar süpürge çalısını öyle seviyorlar ki ondan İskoçya’ya özgü geleneksel bir takı da üretiyorlar. Takı severlerin gerçekten hoşuna gidebileceğini düşündüğüm bu el yapımı takılar, kabuğu soyulan süpürge çalısının odununun göz alıcı renklerde boyandıktan sonra reçineyle kaplanmasıyla elde ediliyormuş. Adının içinde “süpürge” geçtiği üzere bu bitkinin cadılar ve büyücülükle de ilişkisi olduğunu düşünmek de yanlış olmaz çünkü cadıların süpürgelerini yaparken kullandıkları söylenen süpürge çalısı şifacılıkta da sıklıkla kullanılan bitkilerden biridir. Avrupa folklorunda da bitkinin arındırıcı ve koruyucu bir gücü olduğuna, yastığın içine konulduğunda uykusuzluğa iyi geldiğine inanılıyormuş.
Çuha çiçeği (Primula) nin Latince adı olan “primula”, ilkbaharda (primavera) açan ilk çiçek anlamına geliyor çünkü kendisi ilkbaharda görülen ilk çiçeklerden biri. İngilizlerin özellikle sevip sahiplendiği çuhaçiçeği, geçmişte Keltlerin kutsal kabul ettikleri ve hazırladıkları sihirli iksirlerde yer verdikleri bitkilerin başında geliyor. Hristiyanlığın yayılmasıyla birlikte pagan inanışlar giderek kaybolurken çuhaçiçeği de Aziz Petrus veya Bakire Meryem’in sembolü haline gelmiş, öyle ki ona “cennetin anahtarı” ismi bile verilmiş. Oysa Hristiyanlık öncesinde çuha çiçeklerinin periler ülkesinin kapılarıı açtığına inanılıyordu. Eski bir halk inanışına göre bahçesinde kırmızı ve mavi çuha çiçekleri olanlar iyi perileri bahçelerine çeker ve kötülüklerden korunurmuş. Aynı zamanda üzerinde çuha çiçeği taşıyanların deliliğe karşı korunduğuna ve başkalarını kendilerine kolayca aşık ettiklerine inanılırmış.
Foto: Zeynel Cebeci, commons.wikimedia.org/wiki/User:Zcebeci |
Düğünçiçeği (Ranunculus), göz alıcı bir güzelliğe sahip olan fakat zehirli bir yabani çiçektir. Latince adı “küçük kurbağa” anlamına gelen bu güzel çiçeğin birbirine uzak iki kültürde iki farklı hikayesi var. Amerikan Kızılderililerinin düğünçiçeğine “çakal gözü” adını vermesinin hikayesine bakalım öncelikle: Gözlerini çıkartıp gökyüzüne atarak eğlenen bir çakal, sonunda onları tepesinde uçan bir kartala kaptırır. Gözleri olmadan hiçbir şey göremeyen çakal kendine düğünçiçeklerinden bir çift göz yapar. Böylece bu bitkiye “çakal gözü” adı verilir... Bir Pers efsanesine göre ise, genç bir Pers prensi ormanda dolaşırken gördüğü güzel peri kızlarına aşık olur ve her gece onlara şarkılar söyleyerek onları etkilemeye çalışır. Periler ise prensin şarkılarından etkilenmek şöyle dursun, onu tamamen susturmak için genci bir düğünçiçeğine dönüştürürler. Düğünçiçeği, çekici ve büyüleyiciliği simgelediği kadar hayatın kısa ve gelip geçici olduğunu ve tadının çıkarılması gerektiğini de bize hatırlatır.
Sarı kantaron (Hypericum perforatum) un kırmızı yağı, Hristiyanlık inancına göre, 12 havarilerin en genci olan ve kafası kesilerek öldürülen Yuhanna(St. John)’nın kanını simgeliyormuş. Bu nedenle bu bitkiye “St. John’s wort” (Aziz Yuhanna otu) diyorlar. Diğer bir inanışa göre ise Yuhanna öldürülmemiş, tüm havarilerden daha uzun yaşayarak ömrünü Efes’te tamamlamış ve mezarı da buradaymış. 21 Haziran’da (yılın en uzun günü) bitkinin bir dalını yatmadan önce yastığınızın altına koyarsanız Aziz Yuhanna rüyanıza girip size “bir yıl daha” yaşayacağınızı söylermiş, eğer rüyanızda azizi görmezseniz de bir yıl içinde öleceğiniz garantiymiş(!)... Hristiyanlık öncesi inanışlara göre ise sarı kantaronun hastalık, yangın ya da nazar gibi kötü güçlere karşı koruyucu bir tılsım olduğuna inanılırmış. Gerçekten de sarı kantaronun tılsımlı bir güzelliği var, öyle değil mi?... Yanı sıra şeytanları kovduğuna inanılan üç bitkiden biri olduğuna inanıldığından (yazının başında anlattığımız güneğik bitkisi de bu bitkilerden biriydi, az sonra üçüncüyü de öğreneceksiniz) Orta Çağ’da ona “fuga daemonum” (şeytan kaçıran) demişler. Eskiler, yıldırım düşmesi tehlikesini önlediğine inandıklarından evlerinin duvarına asarlarmış Sarı Kantaronu. Bir efsaneye göre ise, eğer farkında olmadan üzerine basarsanız, perilere ait bir at tarafından kaçırılıp periler ülkesine götürülürmüşsünüz. Yaz Dönümü şenlik ateşlerinde yakılması bir pagan geleneği olan Sarı Kantaron’un böylece kötü ruhlardan, nazar, yangın ve hastalıklardan köyü koruyacağına inanılırmış.
Laden (Cistus creticus), Kaya gülü olarak da bilinen, gerçek güllerle akraba olmasa da narin görünümlü ve arıların ilgisini üzerinde toplayan morumsu pembe çiçeklere sahip güzel bir kır çiçeğidir. Kayalık ve süzek topraklarda yetişen laden, içerdiği “labdanum” adı verilen aromatik yağ nedeniyle eski çağlardan günümüze değin esans ve parfüm yapımında kullanılmaktadır. Bu değerli yağın elde edilmesi için kullanılan geleneksel yönteme göre, öncelikle dağ keçileri ladenlerle kaplı arazide otlatılır sonra da laden yağını emen kılları kırkılarak suda haşlanıp bu yağ çıkarılırmış. Zamanla ince deri şeritlerin bağlı olduğu kürek benzeri aletlerin ladenler üzerinde gezdirildiği bir başka yönteme geçilmiş. Laden yağının saçkıran, soğuk algınlığı ve dizanteriye karşı ilaç olarak kullanıldığı da biliniyor. Günümüzde bağışıklık sistemini güçlendiren doğal ilaçlar da yapılan laden, efsanelere de konu olmuştur. Yunan mitolojisinde anlatıldığına göre denizler tanrısı olarak bilinen Poseidon, yılan saçlı Medusa’yla laden çiçekleri arasında birlikte olmuş. Bakışlarıyla ölümlüleri taşa çeviren Medusa’nın antik Yunanca adı Mysia olan bugünkü Ayvalık yakınlarında bir antik şehirde yaşadığına inanılırmış. Mysia’nın diğer adı olan Kisthene ise, laden çiçeklerine verilen bir isimmiş.
Foto: Natalie-S, commons.wikimedia.org/wiki/User:Natalie-S |
Sütotu (Polygala vulgaris), kırlarda otlatılan hayvanların olduğu kadar, bebekli kadınların da sütünün bol olması için eski zamanlarda ilaç niyetine kullanılan mavimsi ya da mor renkli bir kır çiçeğidir. Eskiler, perilerin bu bitkinin köklerinden ve yapraklarından sabun yaptığına inanıyorlarmış. İskandinav mitolojisindeki aşk, güzellik, bolluk ve bereket tanrıçası Freya’nın çiçeği olarak bilinirken Hristiyanlıktan sonra Bakire Meryem’in çiçeği olarak anılmaya başlanmıştır. Sütotunun köklerinden elde edilen özsuyunun siğilleri kuruttuğu söyleniyor. Java kültüründe ise yanlışlıkla dokunan kişinin başına felaketler getiren uğursuz bir bitki olduğuna da inanılırmış.
Foto: Christian Fischer, commons.wikimedia.org/wiki/User:Fice |
Foto: Stefan.lefnaer, commons.wikimedia.org/wiki/User:Stefan.lefnaer |
Foto: Matt Lavin, flickr.com/photos/plant_diversity/ | CC BY-NC-SA 2. |
Foto: Karelj, https://commons.wikimedia.org/wiki/User:Karelj |
Foto: Gertrude K, flickr.com/photos/gertrudk/ | CC BY-NC-SA 2.0 |
Foto: Boris Gaberšček, CC BY 2.5 SI |
Foto: muathuvangcamera, pixabay.com/tr/users/muathuvangcamera-12335423/ |
Sultan Zambağı (Lilium martagon), ormanlık alanlarda karşılaşabileceğiniz uzun ömürlü ve dayanıklı soğanlı bitkilerden biridir. Ona Türk zambağı da diyorlar çünkü çiçeklerinin şekli Osmanlı döneminde giyilen sarıklara benzetilmiş. Diğer bir adı ise sarımsı turuncu renginden ötürü verilen Altın zambağıdır. Bitkinin isminde geçen bu altın sözcüğü zaman içinde onun, değersiz metalleri altına dönüştürmeye çalışan simyacılarla birlikte anılmasına ve adına Simyacı zambağı denilmesine bile yol açmış. Sultan Zambağı, bitkisel reçetelerde de kullanılmış, özellikle çıban ve şişliklere, mide ve karaciğer hastalıklarına karşı ilaç olarak kullanılmış. Sibirya’da “sarana” adıyla tanınan bu zambağın soğanları kemirgenlerin yuvalarından toplanarak su veya sütte haşlanarak ya da etli yemeklerle yenirmiş.
Sevgili bitki dostları, oldukça uzun bir yazı oldu farkındayım ama umarım okurken keyif almışsınızdır. Bu yazıda kırlarda karşılaşabileceğiniz binlerce bitkiden sadece yirmi tanesine dair hikayeler anlatabildim ama eminim sizler bu yazıyı okuduktan sonra kendi çabalarınızla çok daha fazlasını keşfedeceksiniz. Bulunduğunuz yörede sıklıkla karşılaştığınız bitkilerin yöresel hikayelerini öğrendikçe umarım siz de beni bilgilendirirsiniz. Bu bilgilere de seve seve Bitki Günlüğüm arşivi içinde yer verebiliriz. Bol çiçekli günler hepimize.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder