Sevgili okurlar, ne
yazık ki ailevi bazı sağlık problemleri nedeniyle yazılarıma iki ay kadar ara
vermek zorunda kaldım. Umarım bu süre zarfında benimle bitkiler hakkında
söyleşilerimizi özlemiş ve bitkiler hakkında yeni bir şeyler araştırıp
öğrenmeye de zaman ayırmışsınızdır. Şimdilerde çiçeklerine ve yapraklarına veda
ederek artık kış uykusuna yatmaya hazırlanan bitkilerden öğreneceğimiz hala çok
fazla şey var. Uzaklara seyahat etmeyi seven bir dostum bana bu günlerde
ilkbaharı yaşayan güney yarımküredeki tropik bir ülkeden "Bu nedir? Bu
bitkiyi tanıyor musun?" diyerek çektiği bitki fotoğraflarını gönderdikçe
ben hala yeni bir şeyler öğrenmeye, hayret etmeye, esinlenmeye ve mutlu olmaya
devam ediyorum. Bir önceki yazıda bahsettiğimiz gelenek, görenek ve inanışlar
ve bu yazıda bahsedeceğimiz birbirinden ilginç pek çok efsane, masal ya da halk
hikayesi de işte bu şekilde doğdu. Doğayı ve gözlemlenmesi daha kolay olan
bitkileri (çünkü bitkiler hayvanlar gibi bulundukları yerden ayrılamıyorlar)
dört mevsim boyunca ilgiyle ve şaşkınlıkla izleyen insanlar, onlarda tanrısal
ya da doğa üstü güçler bulunduğu sonucuna vardılar. Yaşamın başlangıcının ve
yaratıcılarının izlerini doğada arayan insanoğlunun tarih boyunca doğadan
esinlenerek zihninde yarattığı tanrılardan bazıları doğrudan bitkiler ve toprak
ile ilgilidir. Yaşadığımız topraklarda doğan Yunan mitolojisi, Orta Asya'dan
gelen Türk mitolojisi ve Mezopotamya efsanelerinin harmanlandığı Anadolu, çok
daha eski ve unutulmuş efsaneleri de barındırıyor kuşkusuz fakat biz bu yazıda
hakkında en fazla bilgiye sahip olunan Yunan/Roma mitlerine öncelik vereceğiz.
Tanrı ve tanrıçaların anneannesi Gaia. |
Gaia, bizzat
toprağın ya da diğer bir deyişle üzerinde yaşadığımız yeryüzünün tanrıçasıdır.
"Toprak ana" ya da "Doğa ana" diye bilinen insan üstü
varlığın ta kendisidir. Yunan mitolojisindeki Olimpos tanrı ve tanrıçalarının
anneannesidir de diyebiliriz Gaia için. Keza Kronos ile Rhea'nın annesidir.
Antik Yunan toplumunda üzerine yemin edilen en kutsal varlık Gaia idi, ona
topraktan çıkan tahıl ve meyveler nedeniyle "hediyeler getiren" de
deniyordu. Roma mitolojisindeki adı "Terra"dır. Terra'nın kelime
olarak hem toprak, hem de dünya anlamına geldiğini söylememe heralde gerek
yoktur. Gaia, Anadolu'nun baş ana tanrıçası, Frigya döneminin tek tanrısı
Kibele ile eşdeğer tutulur. Doğa kökenli inanışların temelini oluşturan Gaia'ya
atfedilen tüm özellikler zaman içinde, az sonra bahsedeceğimiz tanrıça Demeter
ve kızı Persephone'ye aktarılmış, hikayesi böylelikle daha da derinleştirilmiştir.
Fakat Demeter ve kızı Persephone'dan bahsetmeden önce Gaia'nın torunu Hera'ya
düğün hediyesi olarak verdiği "altın portakal"ların hikayesini
anlatmak isterim size.
Hesperidlerin Bahçesi ve onu koruyan ejer Ladon. |
Mitolojiye göre
tanrıça Hera'nın (Zeus'un eşi ve Olimposlu tanrıların annesi olan ana tanrıça),
Gaia'dan aldığı portakallardan kurduğu bir meyve bahçesi varmış ki kimsenin
bunlara elini sürmesini istemezmiş. Altından meyveler veren ağaçların bulunduğu
bu bahçenin bakımı, güneşin battığı yerde (batıda) yaşayan periler olan
Hesperid’lere verilince bahçenin adı da “Hesperidlerin Bahçesi” olmuş haliyle.
Yani mitolojide sözü edilen “ilk bahçıvanlar” da bu perilerdir diyebiliriz.
Fakat Hera portakallarının çalınmasından öyle korkuyormuş ki, sadece perilere
güvenmeyip bir de pençelerinden zehir damlayan, yüz tane de kafası olan dev
gibi bir ejderhayı, yani Ladon’u bu bahçeye bekçi olarak dikmiş. Fakat
kahramanlar kahramanı Herkül’ü durdurabilir mi bu? Tabi ki hayır. Hesperidlerin
babası olan Atlas’ı kendisine yardımcı olması için ikna eden Herkül, bu yardım
karşılığında gökyüzünü sırtında taşımayı kabul edince bizim pinti Hera da
portakallarından oluvermiş. İşte altın portakal efsanesi de buradan
doğmaktadır.Böylece portakalın antik çağlarda pek değerli bir meyve olduğunu da
anlayabiliriz. Nitekim, tarihçiler Yunan mitolojisinin en güzel tanrıçalarını
(Hera, Afrodit ve Artemis) birbirine düşürerek Truva savaşını başlatan
"altın elma"nın da aslında "altın renkli bir portakal"
olduğu sonucuna varmışlar. Çünkü o zamanlarda aşağı yukarı birbirine benzeyen
armut, ayva ve elma gibi (aynı zamanda portakal hariç, aynı aileden olan) tüm
meyvelere pome (elma) denmekteymiş.
Hasat tanrıçası Demeter, genellikle bir elinde buğday başakları, diğer elinde ise bir boynuza doldurulmuş meyvelerle tasvir edilir. |
Demeter, hasat
tanrıçası olarak bilinen bir ana tanrıça figürüdür, kızı Persephone ise doğanın
her bahar yeniden yeşermesini sağlayan tanrıçadır. Onların öyküsünü anlatırken
bu tanrıçaları da tanımış olacağız. Yeryüzünü yeşile bürüyen, bolluk ve bereket
getiren hasat tanrıçası Demeter’in biricik kızı Persephone, güzelliği ile
ölülerin tanrısı Hades’in kalbini çalar. Hikayenin karanlıkta kalan bir de
perde arkası var. Hades, meğer Persephone’ye aşık olmadan önce Mintha adında
bir su perisine gönlünü kaptırmış. Fakat kime niyet, kime kısmet... Kıskanç
Persephone bu zavallı kızı hoş kokulu bitkiye (yani naneye) dönüştürerek
Hades’i elde etmeyi ve böylece de yeraltı ülkesinin kraliçesi olmayı başarmış.
Nitekim Hades Perspehone'yi kırlarda güzel kokulu nergisler toplarken
annesinden habersiz kaçırıp gidenlerin bir daha asla geriye dönemediği yeraltı
krallığına götürünce de Demeter öyle kederlenir ki bir zamanlar yemyeşil olan
yeryüzü adeta çöle dönüşür.
Dionysos |
Bitkilerden konu
açıldığında Yunan mitolojisiyle ilgili akla gelebilecek ilk isim ne Gaia, ne
Demeter ne de Persephone'dir. Yunan mitolojisinde bizzat bitkilerin tanrısı
Dionysos'tur. Bitkileri öylesine iyi tanır ki, ilk cadılara da bitkilerden elde
edecekleri iksirleri yapmayı o öğretmiştir. Çoğumuzun sürekli sarhoş olarak
dolaşan bir şarap tanrısı olarak bildiği Dionysus, aynı zamanda, keyif ve
eğlencenin de tanrısıydı. Keyif veren bitkiler denince aklınıza gelebilecek
bitkiler bir başka yazının konusu olsun (!) Üzümden elde edilen şarap Hristiyan
inancında İsa peygamberin kanını simgelediği için, üzüm de kutsal
sayılmaktadır. Oysa üzümün kutsallığı ta antik Yunan dönemine dayalıdır. Başına
asma yaprakları ve üzüm salkımlarından bir taç takarak dolaşan şarap tanrısı
Dionysos'un çok sevdiği bir satir (keçi ayaklı, insan bedenli bir mitolojik
varlık) olan Ampelos, sırtına binmeyi sevdiği bir boğanın ayakları altında can
verince kader tanrıçaları ona ikinci bir şans vermeye karar vermiş ve satiri
bir asmaya (Vitis vinifera) dönüştürmüşler. İşte Dionysos çok sevdiği şarabı
ilk olarak bu asmanın üzümlerini elleriyle sıkarak elde etmiş. Artık dostunu
kaybetmenin acısıyla mı sıkmış üzümleri yoksa meraktan mı bilinmez ama iyi ki
de sıkmış (!) Üzüm, bu topraklar için “en özel” ve “en güzel” olan üç bitkiden
biridir, diğerleri de zeytin ve buğdaydır.
Kral Midas'ın ellerini yıkayarak lanetten kurtulduğu Pactolus çayı bugün Manisa dolaylarındaki Sart çayıdır. Yakınlarındaki Sardes antik kenti de Midas'ın yaşadığı krallıktı şüphesiz. |
Dionysos’la ilgili
en fazla bilinen hikaye kral Midas’ın başına gelenlerdir. Kral, Dionysos'un
hamisi ve öğretmeni olan yaşlı Silenus’u en iyi şekilde ağırladığı için
Dionysos'tan bir ödül olarak bir dilek dilemesi istenir. Midas da Dionysos’tan
dokunduğu her şeyi altına dönüştürmesini isteyince dileği hemen kabul olur. Olur
olmasına ama Midas sevdiği her şeyin dokundukça altına dönüşmesinden pek de
memnun olmaz. Kucakladığı eşi bile altına dönüşmüştür. Bu yüzden hiçbir şey
yiyip içemeyen kral Dionysos’a bahşettiği bu yeteneği geri alması için
yalvarır. Dionysos ona gidip Pactolus çayında (bu Manisa dolaylarındaki Sart
çayıdır) ellerini yıkaması halinde bu durumdan kurtulacağını ona söyler.
Midas’ın ellerini suya soktuğu an bu yeteneği kaybolur ve derenin kumu ise
altına dönüşür. Tarihi Sardes antik kentinin içinden geçen bu çay gerçekten de
altın çıkarılan bir yermiş, Midas’ın dokunuşu değil de Bozdağlar’dan taşıdığı
altın mineralleri nedeniyle tabi ki. Hatta Karun hazinelerinin de buradan
çıkarılan altınlarla elde edildiği söyleniyor.
Gelelim bu yazının
son ölümsüzüne. Çobanların tanrısı Pan, koyun sürülerinin olduğu kadar
rengarenk çiçeklerle bezeli dağlık çayırların da tanrısıdır. Oldukça çapkın
olan tanrı Pan, orman ve kırlarda perilerin ve güzel ölümlü bakirelerin peşinde
koşmanın yanısıra aniden insanların karşısına çıkarak onları korkutmayı kendine
uğraş edinmiştir. Keçi ayakları ve boynuzlarıyla bugünkü Hristiyan inancındaki
şeytanın temsili gibidir. Tanrı Pan’la birlikte anılan ve kırlarda sıklıkla
karşınıza çıkan, Sokrates'in zehrini yudumladığı baldıran otu (Conium
maculatum) aynı zamanda diğer zehirli otlarınkine hiç benzemeyen etkisi
nedeniyle (zehirlenmelerin gelişim ve sonuçlarıyla ilgili detaya girip içinizi
sıkmak istemem) “panik” sözcüğünün de doğmasına neden olmuş. Pan'ın misafir
olduğu pek çok güzel mitolojik öykü vardır fakat ben onun aşık olduğu bitkiyle
ilgili olanı sizlere anlatarak yazımı noktalayacağım.
Pitys ve Pan |
Ormanların ve kırların tanrısı Pan, bir orman perisi olan Pitys’e aşıktır. Pitys de bu keçi ayaklı tanrıya karşı hiç boş değildir fakat kuzey rüzgarının taş kalpli tanrısı Boreas da bu güzel kıza gönlünü kaptıranlardandır. Kız seçimini tanrı Pan’dan yana kullanınca Boreas öfkeden çılgına döner, “ya benimsin, ya toprağın!” dercesine öyle esip gürler ki zavallı Pitys bu şiddetli rüzgara kapılıp sarp bir uçurumdan aşağı yuvarlanır ve oracıkta ölüverir. Pan kızın cansız bedenini bulduğunda öylesine üzülür ki, onu oracıkta bir göknar ağacına (Abies) dönüştürür. İşte o zamandan beri kuzey rüzgarı acı acı estiğinde, göknar da ağlamaya başlarmış. Sonbaharda kozalaklarından damlayan öz suyu, zavallı orman perisi Pitys’in gözyaşlarıymış meğer. Daha önceki yazılarda bahsettiğim sadece ülkemize özgü Kaz dağı göknarlarını (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani) "ağlatan" rüzgarlar da kuzeyden (Kanada'dan) esmişti. Ağaç katili Kanadalı altın şirketinin maden arama ruhsatının yenilenmediği ve bölgedeki inşaatların durdurulduğu söylense de bu konu gündemde tutulmalı ve asla unutturulmamalı! Başka bir yazıda daha yeniden buluşmak dileğiyle sevgiyle kalın.
Tanrılar ve efsaneler dağı Olympos, Teselya, Yunanistan. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder