Yaşlı ormanların
sık bitki örtüsünün altında, eğrelti otlarıyla kaplı nemli orman zemininde,
devrilmiş eski ağaçların kütüklerini kaplayan yosunların üzerinde yani güneşin
ulaşamadığı tüm kuytularda bitkiye benzeyen ama “bitki olmayan” ilginç bir
canlı türü dikkatimizi çeker. Özellikle yağmur yağdıktan sonra onlara daha çok
rastlarız. Bunlar tohum yerine gözle görülmeyecek kadar ufacık sporlarla doğaya
yayılan mantarlardır.
Öte yandan bitki ailesi için de yer alan eğrelti otları
da sporlarla doğaya yayılıyor. “Bitkilerle ilgili bir söyleşide mantarların ne
işi var?” diyebilirsiniz fakat birçoğumuz onların bitki olduğunu sanıyor. Hem
bu yanlışı düzeltmeyi, hem de size bitkilerle aynı yaşam alanını paylaşan (en
azından bir kısmı böyle çünkü örneğin insan vücudunda yaşayan mantarlar da var)
bu canlıların ilginç özelliklerinden söz etmeyi amaçlıyorum.
O halde bir mantar
neden bitki değildir sorusuyla bu canlıları tanımaya başlayalım. Öncelikle en
önemli fark mantarların kendi besinlerini üretemeyen canlılar olmalarıdır, yani
bitkiler gibi klorofil içermezler ve fotosentez yapamazlar. Dolayısıyla da
güneş ışığına ihtiyaç duymazlar. Herhangi bir bitkinin (ya da canlının) üzerine
tutunarak, üretilen besine ortak olurlar.
Parazit özellikleri taşıyan başka
bitkiler olduğunu söyleyenler de çıkabilir. Örneğin ağaçlar üzerinde yaşayan
Ökse otu (Viscum album), mantarlar gibi tam bir asalak değil çünkü bitki
klorofil içeriyor ve her ne kadar ağacın özsuyunu kullansa da fotosentez
yaparak kendi besinini de üretebiliyor.
Bir başka örnek olarak Orkide
(Orchidaceae) türleri, ağaçlar ya da yosun tutmuş kayalıklar üzerine tutunarak
yaşarlar ve üzerinde bulundukları ağacın özsuyundan faydalansalar da fotosentez
yapmayı sürdürürler. Üstelik her iki örnek de mantarların aksine çiçekli ve
tohumla yayılan bitkilerdir. Öte yandan parazitler üzerinde bile yaşayan mantar
türleri bulunuyor.
Yeryüzünde 3,8
milyona yakın mantar türü bulunduğu tahmin ediliyor ve şu ana dek bunların
sadece 120 bini tanımlanabilmiş. Bizim sıklıkla market raflarında gördüğümüz
şapkalı mantarlar haricinde küfler, mayalar, penisilin, ağaç mantarları ve
hatta vücudumuzda yaşayan türleri de bulunuyor. Yapılan genetik araştırmalara
göre mantarlar, bizim de içinde bulunduğumuz hayvanlar ailesine bitkiler
ailesinden çok daha yakınlar.
Mantarlar, hayvanlar ailesinin üyeleri gibi bu
besinleri parçalayıp sindirmek üzere enzimler üretebilen canlılardır. Hücre
zarları eklem bacaklılarda (yengeç, örümcek, akrep vb. türler) olduğu gibi
glukan ve kitin maddesi içerir. Tam da yeri gelmişken hayvan ve hatta böcek
ailesinden canlılarla beslenmeyi reddeden veganların mantar ailesinden neden
vazgeçmediği de tartışmaya açılabilir. Bazı canlıları sırf gözleri ya da beyni
olduğu için yememek bir tür ayrımcılık. Uzaydan insan yiyen bir yabancı ırkın
geldiğini ve sadece Türkçe konuşabilenleri yediğini düşünün... Onun gibi bir
şey bu bana kalırsa.
Bence herhangi bir canlıyı “yaşama hakkı” konusunda
ötekinden üstün ya da hakir kılan hiçbir şey olamaz, olmamalı. Konumuza geri
dönelim. Doğadaki ölü organik maddenin yeniden dönüşümünün gerçekleşmesi açısından
önem taşıyan mantarların aynı zamanda bitkiler arasında bir iletişim ağı
oluşturduğu da yapılan son bilimsel araştırmalarla keşfedilmiştir. Diğer bir
deyişle ağaçlar bu mantarlardan oluşan bir ağ sayesinde haberleşebiliyor, bu
ağı zararlılara ve yol açtıkları hastalıklara karşı bir tür erken uyarı sistemi
gibi kullanabiliyor.
Diğer yandan mantarlar insanlar tarafından gıda, içecek,
ilaç, deterjan, tarım ilacı gibi pek çok endüstride de kullanılıyor. Fakat
yararlı olduğu kadar zararlı olabilen mantarlar da var. Doğada bitki
hastalıklarına yol açarak tarımsal üretimi sekteye uğratan 8 bin civarında,
insan yaşamını tehdit eden 300 kadar tehlikeli mantar türü bulunuyor.
Önceki
yazıda bahsettiğim küresel iklim değişiklikleri bu türlerin sayısının artmasına
ve iklimle mücadelemizde yeni cepheler açılmasına da yol açabilir. Unutmayalım
ki mantarların güneşe ihtiyaçları yok.
Bizim doğada ya da
bahçemizde bizzat gözlemleyebileceğimiz mantarlara bakalım şimdi de. Bu
mantarların toprak üzerinde kalan, işinin ehli uzman kişiler tarafından
toplanan(!) ya da doğadaki hayvanlar tarafından yenen kısımları aslında
mantarın meyvesi olarak kabul edilen kısmıdır.
Aslında mantar, toprak altında
kalan ve bazen bir yıl kadar uzun yaşayabilen “misel” adı verilen
iplikçiklerden meydana gelir. Bu nedenle koparılan mantarların yerinde birkaç
gün ya da hafta içinde yeni mantarlar türeyebilir.
Doğadan mantar toplayanlar
(gerçekten de riskli bir uğraştır) bu nedenle nereden mantar topladıklarını iyi
hatırlamak zorundadırlar. Mantar zehirlenmeleri korkunç ve acılı bir ölüm
demektir. Mantarların içerdiği zehirli bileşiklerin karaciğer dokusunu hızla
parçaladığını, bazı zehirli bitkilerde olduğu gibi zehrin yıkanarak ya da
haşlanarak giderilemeyeceğini belirtmeliyim ki kültür mantarları
haricindekilerden uzak durulsun. Hatta satın aldığınız mantarların “onaylı”
olmasına da dikkat etmenizi öneririm. Bu şirin görünümlü canlıları doğada gözlemlerken
elimizi dahi sürmememiz gerektiğini mutlaka hatırlamalıyız.
Peki
ormanlarımızdaki mantar çeşitliliğini görmek için nereye gidelim? Sonbahar
mevsimi birbirinden ilginç ve rengarenk mantarları görmek için en ideal
mevsimdir. Bu mevsimde bulunduğunuz yere yakın olan milli parklarımızı ziyaret
edebilirsiniz. Benim için en unutulmaz mantarlar Yedigöller’e yaptığım gezi
sırasında gördüklerimdir. Orada çektiğim mantar fotoğraflarından bazılarını
yazıma da ekleyeceğim. Belki siz de gidip görmek istersiniz.
Fotoğrafların
altına bu mantarların hangi tür olduğunu belirtmek isterdim ne yazık ki mantar
türleri hakkında bitki türleriyle olduğu kadar bilgi sahibi değilim. Öte yandan
bu mantarların isimlerini belirtmek riskli de bir durum çünkü doğru
tanımlanmadığı takdirde tüm uyarılarıma rağmen bunları doğadan toplamaya
kalkanlar da çıkabilir(!). Konunun uzmanı olan okuyucular bu yazının yorum
kısmına gördüğüm mantarların türlerini yazana dek belki de böyle anonim olarak
kalmaları daha iyi. Sizi Yedigöller mikobiotası (mantar çeşitliliği) ile baş
başa bırakarak yazımı burada noktalıyorum. Umarım sizler de bu güzellikleri tam
mevsimindeyken gidip yerinde görürsünüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder