Salda Gölü, yapılacak yeni millet bahçesi projesiyle ranta açılacak. Bölgenin endemik florası ve faunası tehlike altında, 2019.
|
Öte yandan sürekli
olarak dış dünyaya kapalı ve yapay olarak iklimlendirilmiş mekanlarda yaşamak,
bedenimizin mevsimsel geçişlere,ışık ve ısı farklılıklarına uyum
sağlayamamasına neden oluyor. Uzun çalışma saatleri nedeniyle, çalışanlar (Homo
economicus) için çoğu zaman gece ve gündüz adeta birbirine karışıyor. Depresyon
ve stres kaynaklı ortaya çıkan tüm rahatsızlıklarımızın temel nedeni de işte
bu.Oysa insan kendini izole ettiğini sandığı(!) doğal döngünün ayrılmaz bir
parçasıdır. Peki tüm bunların bitkilerle alakası nedir?... Bitkiler, bize
unuttuğumuz ya da artık farkına varamadığımız o doğal düzeni hatırlatıyorlar.
İşte sırf bu sebep için bile olsa bitkileri gündelik yaşamlarımızın bir parçası
haline getirmek zorundayız. Gündelik yaşam ve çalışma alanlarımızda onlara yer
vermemizin en önemli nedeni de budur. Günümüzde sağlık ve eğitim kurumlarında,
kapalı çalışma ortamlarında, alışveriş merkezlerinde dahi bitkilere daha sık
rastlamaya başladık. Çünkü bitkiler güzellikleriyle sadece ruhumuzu okşamakla
kalmıyor, aynı zamanda onu, doğayla uyumlaştırarak iyileştiriyor da. Sırf bu
nedenle bitkisiz bir ev, sağlıklı bir ev olamaz dersek, hiç de yanlış bir şey
söylemiş olmayız. Daha büyük ölçekte düşünüldüğünde, ulu önder Atatürk de
"Ormansız bir yurt vatan değildir" demiştir. Atamızın,
"Uygarlığın temelinde var olanların arasında ağaç, çiçek ve yeşillik
bulunmaktadır. Bunlar olmadan uygarlığın korunması mümkün değildir. Yeşillikle
her şey tamamlanır, gözle görülür bir rahatlama, elle tutulur bir gelişme içine
girilir", sözleriyle de anlatmaya çalıştığı şey budur.
Muğla, Dalaman Karaağaç yöresi orman yangınında 400 hektar büyüklüğünde bir alanı kaybettik, 2019. |
Gelin şimdi de bazı
bitkilerin doğal döngülerini beraberce gözlemleyelim: Anavatanı olan Akdeniz
havzasından tüm dünyaya yayılan bir yaban çiçeği olan farekulağının (Anagallis
Arvensis) genellikle turuncuya dönük kırmızı ya da nadiren mavi, beyaz ya da
leylak renkli çiçekleri sadece güneşli havalarda kendini gösterdiğinden,
yabancılar ona “fakir adamın barometresi” adını vermişler. Bu narin bitkiye,
kırlarda ya da şehrin ortasında bile sıklıkla rastlayabilirsiniz. Bir zamanlar
yağmur yağıp yağmayacağını bu bitkinin küçük çiçeklerine bakarak kestirmeye
çalışırmış çiftçiler... Akşam sefası (Mirabilis jalapa) ve Eşekotu (Oenothera
biennis), akşam saatlerinde çiçek açıp, gece boyunca çiçeklerini yalnızca
geceleri aktif olan bitki ve hayvanlar için açık tutan bitkilerdendir.
Genellikle gündüz belli belirsiz olan kokularını, daha çok geceleri etraflarına
yayarlar... Gecenin Kraliçesi (Hylocereus) ise, kaktüsgiller (Cactaceae)
familyasından sadece geceleri çiçek açan bir kaktüs türüdür. Ona “gece açan
kaktüs” ya da “ay çiçeği” diyenler de var. Bitkinin geceleri çiçek açmasının
nedeni ise tozlaşmayı yarasa ve güve gibi gece ortaya çıkan canlılar
aracılığıyla yapıyor olmasıdır...
Gecenin kraliçesinin (Hylocereus) gece açan çiçeği. |
Evlerimizi ya da
bahçelerimizi süsleyen tüm bu ve benzeri bitkiler bize, gece ve gündüz arası
geçişleri işaret ediyorlar... Bazı bitkiler ise çok daha ilginç hatta henüz
anlayamadığımız doğal döngülere sahiptirler. Örneğin;Bambu (Bambusoidaea),
buğdaygiler (Poaceae) familyasından 1200 adet bitki türünü kapsayan büyük bir
ailedir. Bambuların en ilginç özellikleri ise çiçeklenme dönemleri, öyle ki,
sadece 65 ile 130 yılda bir çiçeklenen türleri var. “Phyllostachys bambusoides”
türü 130 yılda bir defa çiçekleniyor ve sonra da ölüyor. Park ve bahçelerde
sıklıkla karşımıza çıkan Yüzyıl bitkisi (Agave Americana) da ölmeden hemen önce
çiçek açan bitkilerdendir. Yine bir hayli ilginçtir ki aynı bambu türünün
türdeşleri, dünyanın neresinde ve hangi ikliminde olursa olsun aynı anda çiçek
açıyorlar. Bu bir tür biyolojik saat mi, yoksa bitkiler aralarında bir şekilde
haberleşebiliyorlar mı bilinmiyor. Çeşitli tezler ileri sürülse de bu konu,
bilim dünyası için hala gizemini koruyor. Onları gözlemleyen birileri
olmasaydı, bu bitkilerin böylesi ilginç özelliklere sahip olduklarını bilebilir
miydik?...
Bir bambu (Bambusoidaea) çiçeği. |
Aslında hepimiz
çocukluğumuzdan bu yana ister istemez açık havada bulunduğumuz süre zarfında
çeşitli bitkileri gözlemliyoruz. Kimi zaman bahçede oynarken topladığınız yaban
çiçeklerini, kimi zaman kırda piknik yaparken dikkatinizi çeken ve hatta
tırmandığınız ağaçları anımsamaya çalışın. Bazılarını sadece yılın belli
zamanlarında görüyor, bazılarının lezzetli yemişlerini sadece belli mevsimlerde
topluyordunuz. Bana hak verirsiniz ki çocuklar, dünyanın en iyi gözlemcileridir.
Buna kendi "hiç bitmeyen"(!) çocukluğumdan bir örnek verecek olursam,
aklıma ilk gelen bitki olarak sevgili böğürtlenden (Rubus fruticosus) söz
edebilirim size. Orman yürüyüşlerimde en sık rastladığım çalı türü olan
böğürtlen, her yıl olduğu gibi bu yıl da yaz sonuna doğru (Ağustos sonu - Ekim
başı) koyu mor renkli meyvelerini sunmaya ve mutlaka iğnelerini bana batırmaya
başlayacaktır, çünkü olgunlaşan ve ellerimi boyayan meyvelerine ulaşmamın başka
bir yolu yoktur. Alçak dalları ormandaki memelilere, yüksek dalları kuşlara ve
en dip köşedeki ulaşılmaz dalları ise bana kalır...
Böğürtlen (Rubus fruticosus) meyveleri. |
Küçükken en
sevdiğim meyve olan çileğin (Fragaria x ananassa) pazara çıkar çıkmaz kokusunu
duymaya başladığımı söylerdi büyükannem. Bu belki de doğrudur çünkü her yıl,
yaz başlangıcında (Mayıs sonu) çilek kokusu duyarak buna adeta şartlanmış olma
ihtimalim çok yüksek. Yapılan genetik araştırmalar, insan burnunda yer alan
koku almaya yarayan alıcı hücrelerin bazılarının cildimizde ve hatta iç
organlarımızda da bulunduğunu ortaya koymuştur. Belki de koku sadece burnumuzla
algıladığımız bir algı türü değildir, kim bilir... Çok sevdiğim bir başka meyve
olan şeftali (Prunus persica) ise benim için adeta yazı simgeleyen bir
bitkidir. "Eğer güneş ısırabileceğim bir meyve olsaydı, şeftali tadında
olurdu" derim çoğu zaman. Güneş belki de çoğu insana portakalı (Citrus x
sinensis) çağrıştırır, oysa portakalın mevsimi kışın başlangıcıdır (Aralık). Bu
örneklerden de anlaşılacağı gibi mevsimler de bitkiler aracılığıyla, çeşitli
kokular ve tatlarla kodlanmıştır benliğimize. Bazen de bu tatlar ve kokular
bize hayatımızın belli dönemlerini anımsatır. En kolay örnekler olduğu için bu
meseleyi anlatırken meyveleri seçtim. Oysa bir yıl boyunca gözlemlediğiniz bir
alanda (bu kendi bahçeniz ya da evinizin yakınlarındaki park da olabilir)
yetişen bitki çeşitliliğini gözlemlediğinizde, çok daha karmaşık bir düzenin
varlığının farkına varırsınız.
Kuş ya da kelebek
gözlemcilerini duymuşsunuzdur, ellerinde dürbünler ve büyüteçlerle keşif
gezilerine çıkarlar. Oysa bitkileri gözlemlemek için hiçbir alet kullanmanıza
gerek yoktur, elleriniz, gözleriniz, burnunuz, kulaklarınız ve çok temkinli
olarak dilinizi de kullanabilirsiniz. Bir şehirde yaşıyorsak, her istediğimiz
an doğaya çıkabilecek kadar şanslı olamayabiliriz. Ama yapabildiğimiz her
fırsatta doğaya da haftalık planımızda yer ayırmamız gerekiyor. Bunu
yapamıyorsanız, bahçenizde, balkonunuzda ya da pencerenizin önünde de
yapabilirsiniz. Ya da bir kent parkını ziyaret edebilirsiniz. Bunların her
birini, farklı ölçeklerdeki doğa parçaları olarak düşünün. Tek yapmanız gereken
merakla ve ilgiyle bitkilere odaklanmak ve tüm alıcılarınızı kullanarak onları
gözlemlemek. Yanınıza küçük bir not defteri ve bir kalem alarak, her hafta
ziyaret ettiğiniz bu doğa parçalarında neleri gözlemlediğinizi not alabilir,
böylece haftalar, aylar, mevsimler değiştikçe çevrenizde de nelerin
değiştiğinin farkına varabilirsiniz. Ben de yaşadığım bölgede yaşayan bitki
türlerini bu yöntemle tanıdım ve onlara hangi koşullarda rastladığımı not
ederek, onlarla başka nerelerde karşılaşabileceğimi tahmin etmeye çalıştım.
Şaşırtıcı olan, bazı bitki türlerine neredeyse her yerde rastlarken,
kimileriyle çok sınırlı alanlarda karşılaşıyor olmamdı. Kimilerine sadece
yüksek, tepelik ve bol güneş alan alanlarda, kimilerine ise gölgesi ve nemi bol
ağaç altlarında rastlıyordum. Bazıları su kıyısından uzaklaşmazken, bazıları
ise tarla sınırlarında karşıma çıkıyordu. Kendime bir de hangi bitkilere nerede
rastladığımı gösteren minik bir harita oluşturdum. Bu bilgilerimi zamanla
çektiğim fotoğraflarla, yaptığım çizimlerle ve yaptığım okumalardan elde
ettiğim notlarla da zenginleştirdim. Bitkileri tanımaya başladıkça, yaşadığım
bölgenin daha önce hiç bilmediğim ve tahmin etmediğim bir bitki örtüsü
zenginliğine sahip olduğunu gördüm. Yalnızca bir bahar ve yaz mevsimi süresince
gözlemleyebildiğim bitkilerin sayısı beni şaşırtmıştı. Kışın toprak üzerinde
kalan kısımları kuruyup rüzgarlarla savrulan, karlar altında kalan yüzlerce
bitki türü, her yıl yeniden yeşeriyor, hayatlarına kaldıkları yerden devam
ediyorlardı. Keşfedecekleriniz, bulunduğunuz mevsime ve coğrafyaya göre
şüphesiz değişiklik gösterecektir ama emin olun onlar hakkında çok fazla şey
öğreneceksiniz. Dilerseniz bunu bir hobiye dönüştürmek sizin elinizde.
Yapabilseydim, insanların bu deneyimlerine dair tuttukları notları
paylaşabildikleri ve birlikte daha çok şey öğrenebildikleri yerel bir kulüp
kurardım... Üzülerek söylemeliyim ki bu çoğumuzun ilgi duyduğu bir alan değil.
Belki de biz henüz o kadar uygar değiliz.
Son olarak; Kaz
Dağları'yla ilgili belki de söylenebilecek çoğu şey söylenmiş olsa da yine
kendi düşüncelerimi paylaşmak isterim. Sadece iki defa ziyaret edebildiğim bu
ormanlar, hayatım boyunca gördüklerim arasında en güzellerinden biridir. Kaz
Dağları'nın tepesinden izleme şansı bulduğum manzara ise unutamadığım birkaç
masalsı ama bir o kadar da gerçek olan unutulmaz görüntüler sıralamamda ilk
değilse de ikinci sırada yer alıyor. O zümrüt yeşili ormanların yaşlı
ağaçlarıyla kucaklaşmış, onların yosundan saç ve sakallarını okşamış, henüz
siyanürle kirlenmemişken pırıl pırıl derelerine ayaklarını sokup yosunlu
kayaların üzerinde oturmuş bir doğasever olarak son gelişmeler nedeniyle
hissettiğim kederi anlatabilmenin hiçbir yolu yok. Sadece iki defa bulunduğum
bir yer hakkında böylesi bir hassasiyet geliştirmiş olmam bazılarımızın (!) bir
türlü anlayamadığı bir şey olabilir. Açıklayayım o halde: Bizzat kendi yerinde
görme şansına sahip olduğum Kazdağı göknarı (Abies nordmanniana subsp.
equi-trojani), sadece bu bölgede yetişen ve ülkemize özgü üç göknar türünden
biri. Tıpkı Kazdağı göknarı gibi, dünyanın başka yerinde rastlayamayacağınız
bir çok endemik bitki ve canlı türü de bu ormanlarda varlığını sürdürüyor. Bu
endemik türler hem var oldukları ekosistemin önemli parçaları, hem de gelecek
nesiller için barındırdıkları potansiyel nedeniyle paha biçilemez doğal
zenginlikler. Bir örnek vermek gerekirse, henüz modern tıbbın çözüm
getiremediği belirli bir hastalığın çaresi o endemik bitkilerden birinin
içerdiği çok özel ve yapay olarak sentezlenemeyecek bir kimyasal bileşikte
yatıyor olabilir. Kendi ülkelerinde tek bir ağaç bile kestirmeyen
Kanadalılar'a, birileri tarafından bu eşi benzeri olmayan ekosistemi yok etme izni
verilmiş olması, her ne bedel karşılığında olursa olsun asla kabul edilemez. Ne
yazık ki Kaz Dağları, son yıllarda talan edilen, rant uğruna peşkeş çekilen
doğa parçalarımızdan sadece biri. Bu konuda bilinçlenmediğimiz ve hiçbir tepki
göstermediğimiz takdirde de benzerlerini yaşamaya devam edeceğiz ve hatta
yaşıyoruz da. Ta ki bize doğayı ve onun kusursuz işleyişini hatırlatacak hiçbir
şey kalmayana dek bu kıyım devam mı edecek sizce?...
Kaz Dağı Göknarı (Abies nordmanniana subsp. equi-trojani) kozalakları. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder