Bitkiler,
insanların da bir parçası olduğu ve günden güne acımasızca yok edilen doğanın
sessiz ve barışçıl sakinleri. Onlara dünya üzerinde yaşadığımız ve hatta
yaşayamadığımız(!) her yerde rastlayabiliyoruz. Yüksek dağların yamaçlarından
okyanusun derinliklerine kadar pek çok yerde yüz binlerce farklı tür bitki
yaşıyor. Bu özellikleriyle de adeta bizlere hayatta kalma dersi veriyorlar. Bu
barışçıl canlılar karşılaştıkları tüm zorluklara ve saldırılara rağmen bir tür
“pasif direniş” sergiliyor, hayatta kalmak, üremek ve hatta göç etmek için
birbirinden ilginç yöntemleri kullanıyorlar. Dünya üzerinde yaşayan tüm
canlıların nefes alma, beslenme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını hiçbir
karşılık beklemeden sunan bu canlılar dünyanın biyokütlesinin (canlı olan bölümünün)
en büyük kısmını oluşturuyor. Hal böyleyken nerede yaşıyor olursak olalım,
yaşadığımız bölgenin kendine özgü türleriyle her gün karşılaşıyoruz. Oysa çok
azını ismen tanıyor, çoğunun ise ne olduğunu, ne işe yaradığını, insanlarla
kurduğu ilişkinin öyküsünü dahi bilmiyoruz. Çoğunlukla doğanın gözlerimizin
önüne serdiği muhteşem manzaraları sadece izlemekle yetiniyoruz.
İstanbul çiğdemi (Crocus olivieri istanbulensis) |
Sözgelimi bundan
birkaç yıl öncesine dek, onunla Sultanbeyli ormanlarında yüksek bir tepenin
üzerinde karşılaşana dek, sadece İstanbul’a özgü endemik bir tür olan İstanbul
çiğdemi (Crocus olivieri istanbulensis) ile komşu olduğumun farkında
bile değildim. Muhtemelen İstanbul’da yaşayıp da bu zarif çiçeği bir kez bile
olsun görmemiş ve hatta adını bile duymamış insanlar vardır. Bilmemek ya da
ilgi duymamak kınanmayı gerektiren bir durum değil kuşkusuz ama bu
güzelliklerin keşfedilmeye, tanınmaya ve korunmaya ihtiyaçları var. “İnsan
tanımadığı şeyleri sevemez, sevmediği şeyleri ise koruyamaz” diye yola çıkarak yaklaşık
dört yıl öncesinde hiçbirini ayırt etmeksizin bitkilerin pek fazla bilinmeyen
ilginç hikayelerini kendi anılarımla harmanlayarak anlatmaya başladım.
Etnobotaniğe duyduğum amatör ilgiyle bitkilerin hikayelerini çeşitli
kaynaklardan okuyup araştırarak, benim gibi bitkilere ilgi duyan bir dostumun
kurmayı teklif ettiği internet sitesi “bitkigunlugum.com” üzerinden başkalarıyla
da paylaştıkça, ben de okuyanlarla birlikte öğrenmeye devam ettim. Dünya
üzerinde var olduğu tahmin edilen yaklaşık 400 bin adet bitki türünden sadece
300 tanesini tanıyıp tanıtabildim bu süre zarfında. Amacım okurlara bu
gezegenin sadece insana ait olmadığını, insanın doğanın efendisi değil sadece
bir parçası olduğunu hatırlatmaktı. Umarım bu süre zarfında yazdıklarım bu bitkileri
merak edip tanımak isteyenlere faydalı olmuştur.
Merak da insan
doğasının en önemli parçalarından biri. Peki ya az önce sözünü ettiğim
etnobotanik nedir diye merak ediyor musunuz?... Etnobotaniği, bitki ve insan
ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır diyerek özetlemek mümkün fakat
etnobotaniğin kapsamı da oldukça geniş. Bitkilerin insanlarla olan
etkileşimlerinin izlerini yerel halkın dilinde, inanışlarında, gelenek ve
göreneklerinde, efsanelerinde ve gündelik yaşamında arayan etnobotanik her
bitkinin toplum hafızasında yer eden hikayesini bize anlatır. Herhangi bir
bitkinin nasıl ve nerede yetişip keşfedildiği, ne için kullanıldığı (ilaç,
yiyecek, giyecek vb.), yerel dil ve kültürün içinde nasıl ve ne ölçüde yer
aldığı, tarihsel düzlemde nereden gelip nereye yolculuk ettiği gibi pek çok
soruya cevap vermeye çalışır etnobotanik. Benim gibi hikaye dinlemeyi ve
anlatmayı seven biri için oldukça merak uyandırıcı ve ilginç bir alandır şüphesiz.
Eğer ki siz de doğada bir başınıza dolaşmayı seviyorsanız, gözleriniz merakla
toprağa, ağaçlara, derenin içindeki kayalara tutunmuş bitkilere takılıyorsa ya
da evinize konuk ettiğiniz bir saksı bitkisine hem merak hem de ilgi
duyuyorsanız ya da küçük bir bahçeye sahip olmanın hayalini kuruyorsanız
anlattıklarım ve bundan sonra anlatacaklarım muhtemelen ilginizi çekecektir.
Bitkileri tanımanın
en iyi yolu onlarla iletişim kurmaktır. Onlar hakkında yazılmış birbirinden
ilginç kitapları okumaya başlamadan önce bırakın sizde o merakı
uyandırsınlar... Bitkilerle iletişim deyince pencerelerinin önüne dizdikleri
sardunyalarla, kadife çiçekleriyle, yaprak güzelleriyle ve menekşelerle konuşan
yaşlı nineler gözünüzün önüne geldi muhtemelen. Bu sandığınız gibi nafile bir
uğraşı da değildir. Aslında bitkilerin tıpkı hayvanlar gibi etraflarından olup
bitenleri hissedebildiğini ortaya koyan bilimsel araştırmalar bulunuyor. Diğer
bir deyişle bitkiler sesinizin havada yaydığı titreşimlerden sizin onlara
dostça mı yoksa düşmanca mı yanaştığınızı anlayabiliyorlar. Bitkilerin insanlardan
daha fazla duyuya sahip olduğunu ve bizim hissedemediğimiz pek çok şeyi
hissedebildiklerini hiç duymuş muydunuz? Artık duydunuz... Eğer bu konuda
şüpheniz varsa bitki nörolojisi konusunda deneyler yaparak bitkilerin aslında
zeki(!) canlılar olduğunu kanıtlayan İtalyan profesör Stefano Mancuso’nun
çalışmalarına bir göz atabilir ve oldukça ilginç deneylerle karşılaşabilirsiniz...
Stefano Mancuso, bitki nörolojisi konusunda gerçekleştirdiği birbirinden ilginç deneylerle bitkilerin aslında zeki canlılar olduğunu kanıtlamıştır. |
İletişim kurmayı seçtiğiniz bitki sizinle aynı dili konuşmuyor olsa da inanın size çok şey anlatacaktır. Oldukça küçük ölçekli düşünelim, diyelim ki bir saksı süs bitkisi edinmeye karar verdiniz. Örneğin bir orkidenin toprakta değil de ağaç kabuklarına tutunarak yetişebildiğini, ya da bir kaktüsün dikenleri vasıtasıyla ortamdaki nemi kullandığı için suya pek ihtiyaç duymadığını, ya da etçil bir bitkinin asla klorlu bir suda yetişemediğini ve onun için en yakın benzin istasyonundan saf su almanız gerektiğini (bu benim minik sineklerle beslenen Sarracenia’m için yapmayı öğrendiğim bir şeydi) bu bitkilerle vakit geçirerek öğrenebilirsiniz. Yetiştirdiğiniz bitkiyle ilgili küçük bir günlük tutarsanız (sadece aklınızda tuttuğunuz hayali bir günlük bile olabilir), onun bir yıl, yani dört mevsim boyunca nasıl bir yaşam döngüsüne de sahip olduğunu da anlayabilirsiniz. Bununla ilgili bir örnek vermek gerekirse, yazın toprak üstünde kalan gövdesi tamamen kuruyup kaybolan, yumrulu bir bitki olan siklameninizin artık öldüğünü düşünüp ondan kurtulmaya çalışmazsınız(!). Çünkü onun soğuk mevsimde yeniden canlanacağını, yaz mevsiminde toprak altında sadece bir süreliğine uykuya çekildiğini öğrenmişsinizdir.
Bitkisel söyleşimizin
bu ilk bölümünde kısaca etnobotanikten ve ayrıca benim bitkilerle olan
ilişkimden söz ettim. Bir sonraki yazıda bitkilerin kimi zaman harikalarla ve
kimi zaman ise tuhaflıklarla dolu dünyasını birlikte keşfetmeye devam edeceğiz.
Herhangi bir doğa parçasının keyfini sürerken vakit ayırıp da bitkilere daha
dikkatli bakmanızı sağlayabilirsem ne mutlu bana...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder